Sunday, November 26, 2006

ŞEMSİ PAŞA MEKTEBİ

Öğretmenler gününün ,öğretmenliğin ve öğretmen okullarının ilginç bir tarihçesi vardır.11 Kasım 1928 yılında Bakanlar Kurulunun kabul ettiği bir kararnameyle Millit Mektebi Teşkilatı kurulmuş başınada Atatürk getirilmiştir.24 Kasım Atatürkün bu görevi kabul ettiği gündür.
Ülkemizde eğitimin çağdaş anlamda ele alınması 1839-1878 Tanzimat dönemiyle başlar.Daha önce saray okulu olan Enderundan başka düzenli eğitim yapan bir kurum yoktu.Eğitim ve öğretim ,din adamlarının tekelindeydi.Medreseler ve sıbyan okullarında genellikle ders konuları dinsel ağırlıklıydı.Batılılaşma hareketiyle ülkemizde de bilimle donanmış öğretmen yetiştirme düşüncesi ortaya çıktı ve İstanbulda ilk kez Fatih Camiinin yanında Darülmuallimin adıyla bir öğretmen okulu açıldı.Bu okul,bugünkü ilk öğretimin 6,7,8 .sınıfları ,yani ortaokul bölümü için öğretmenler yetiştirecekti.26 Nisan 1870 te yine İstanbul Ayasofyanın yanında bir öğretmen okulu daha açıldı.Okulun adı Darülmuallimin-i İptidaiye idi.Bu okulda ilk okullara öğretmen yetiştirecekti.1874 yılında bu kez İdadi,yani liselere öğretmen yetiştirilecek bir okul açılmıştı.Artık okullar üç dereceye ayrılmış,sıbyan,rüştiye ve idadi adları altında toplanmıştı.1882 yılında öğretmen okullarının sayısı 12 ye çıktı ve bunların hemen hepsi İstanbul dışında kuruldu.1908 yılında Meşrutiyete gelindiğinde okul sayısı 31 i bulmuştu.Cumhuriyetin ilanıyla birliktede Atatürkün önderliğinde öğretmenlik mesleği en yüce değerlere ulaşmıştır.
Mustafa Kemalin çocukluk ve ilkokul dönemleriyle ilgili bilgimiz ne yazık ki onun hatıratlarında anlattıklarıyla sınırlı:
Çocukluğuma dair ilk hatırldğım şey mektebe gitmek meselesine aittir.Bundan dolayı anamla babam arasında şiddetli bir mücadele vardı.Annem ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu.Rüsummatta memur olan babam ,o zaman yeni açılan Şemsi Efendinin Mektebine devam etmeme ve yeni usul üzerine okumama tarafdardı.Nihayet babam işi mahirane bir suretde halletti.Evvela Merasim-i Mutade ile mahalle mektebine başladım.Bu surede annemin gönlü yapılmış oldu.Bir kaç gün sonrada mahalle mektebinden çıktım.Şemsi Efendinin mektebine kaydedildim.

Tuesday, November 07, 2006

BİN MİSKET !!!!

Bir kaç hafta önce ,elimde buharı tüten bir fincan kahve ,diğer elimde gazete ile mutfağa gidiyordum.Sıradan bir cumartesi sabahı ile başlayan gün ,hayatın zaman zaman verdiği derslerden bir haline geldi anlatayım;
Cumartesi sabahları yayınlanan bir sohbet programını dinlemek için radyonun sesini açtım.Altın sesli bir adamın konuştuğunu duydum.Tom adlı bir kişi ile bin misket hakkında konuşuyordu.Söylediklerini merakla dinlemeye başladım...
Tom işinle çok meşgul görünüyorsun.Eminim çok ta iyi maaş alıyorsundur.Ama ailenden ve evinden bu kadar uzak olman yalnış.Genç bir adamın iki yakasını bir araya getirmek için haftada yetmiş saat çalışmak zorunda kalmasına inanmak gerçekten zor..
Kızının dans gösterisini kaçırmış olman çok yazık.Ve devam etti.Sana bir şey anlatacağım.Bu,bana önceliklerin konusunda daha iyi bir bakış açısına sahip olmamda yardım etti.Senin anlayacağın,bir gün oturdum ve biraz aritmetik yaptım..
Ortalama bir kişi yetmiş beş yaşına kadar yaşar.Biliyorum,bazıları da daha az yaşar.Ancak ortalamada insanlar yetmiş beş yaşına kadar yaşar.Yetmiş beşi elli iki ile çarptım ve ortalama ömre sahip bir insanın tüm yaşamında sahip olacağı cumartesi sabahı sayısı olarak 3900 rakamına ulaştım.Tom şimdi beni iyi dinle.En önemli kısma geliyorum..
Bütün bunları ayrıntılı olarak düşünmeye elli beş yaşımda başladım.Ve devam etti.Bu yaşıma kadar 2800 ün üzerinde cumartesi yaşadım.Sonra düşünmeye başladım.Eğer yetmiş beş yaşına kadar yaşarsam ,yaşayacağım cumartesi sayısı sadece bin adet olacak...
Bir oyuncak dükkanına gittim ve elindeki tüm misketleri aldım.Bin adet misketi bir araya getirmek için üç tane daha oyuncak dükkanı daha ziyaret ettim.Bunları eve getirdim ve atölyemdeki radyonun üzerinde duran,büyük şeffaf bir kabın içine hepsini doldurdum...
O günden sonra ,her cumartesi bir tane misket aldım ve attım.Misketlerin azaldığını görünce ,hayatımdaki önemli şeyleri daha fazla düşünmeye başladım.Hiçbir şey dünyadaki zamanımızın akıp gittiğini seyretmek kadar önceliklerinizi düzene sokmanıza yardım edemez.
Programı kapatmadan ve güzel karımı sabah kahvaltısı için dışarıya çıkarmadan önve son bir şey daha anlatacağım.Bu sabah kabın içindeki son misketide aldım.Eğer önümüzdeki cumartesiye kadar yaşarsam,bana biraz daha zaman verilmiş olacak.Hepimizin kullanabileceği şey;biraz daha fazla zamandır....
Seninle konuşmak güzeldi Tom...Umarım sevdiklerinle biraz daha fazla vakit geçirirsin ve umarım bir gün tekrar görüşürüz....İyi sabahlar....

Saturday, October 21, 2006

Çaylakla sincaplar



Milvus milvus (Çaylak ) Red -Kite

Sciurus Carolinensis (Gri Sincap) Grey Squirrel

Bir zamanlar iki sincap varmış.Biri erkek biri dişiymiş.Erkek sincap topladığı cevizleri üst üste yığıpta bir kümeye kaç tane sığdırabildiğine bakmaktansa ,bunlara sanatsal desenler vererek yerleştirmeyi daha eğlenceli buluyormuş.Karısı ise,elden geldiği kadar çok cevizi üst üste yığma taraftarıymış.Kocası bu desenleri yapmaktan vazgeçerse ,yuvalarında daha çoook sığdıracak yer açılacağını ve ormanın en zengin sincabının o olacağını söylüyormuş.Ama erkek onun desenleri bozmasına izin vermeyince ,dişi sincap kavga çıkarmış,sonundada kocasını terk etmiş.Giderken ,'çaylak kapacak seni sonunda ,'demiş.'Çünkü çaresiz birisin kendine bakmaktan acizsin!'
Ve tabi dişi sincap gittikten üç gün sonra ,erkek sincap bir şölene gitmek üzere hazırlanırken ne kol düğmelerini bulabilmiş,ne gömleğini ve ne de pantolon askılarını.Bu yüzden gidememiş şölene.Ama bu isabet olmuş,çünkü o gece şölende bulunan sincaplar bir gelinciğin saldırısına uğramışlar ve hepsi ölmüşler.
Ertesi gün çaylak,sincabın yuvası çevresinde dolaşmaya başlamış.Onu yakalamak üzere bekleyip duruyormuş.Yuvaya giremiyormuş çaylak.Çünkü giriş kapısına kirli çamaşırlar ve yağlı bulaşıklar yığılmışmış.'Nasılsa kahvaltıdan sonra yürüyüşe çıkar ,bende onu o zaman yakalarım',diye düşünüyormuş içinden.Ama sincap o gün akşama kadar uyumuş,ancak ortalık karardıktan sonra kalkıp kahvaltı etmiş.Sonra desenlerine başlamadan önce biraz hava almak için dışarıya çıkmış.Çaylak onu yakalamak üzere dalış yaptığında ,karanlık yüzünden iyi göremediği için kafasını bir dala çarpmış ve ölmüş.
Bir kaç gün sonra dişi sincap geri dönmüş ve evin o karmakarışık halini görmüş.Ya tağa doğru ilerleyip kocasını sarsmış,'Ben olmasam sen ne yaparsın sen?'demiş ona.Sincap ta ,'Yaşamaya devam ederdim herhalde' ,diye cevap vermiş.'Beş gün bile dayanamazdın!' diyen karısı işe girişip evi süpürmüş,bulaşıkları yıkamış,çamaşırları temizleyiciye göndermiş.Kocasını da yataktan kaldırıp banyoya sokmuş, giyinmesini sağlamış.'Bütün gün yatakta yatar,hiç hareket yapmazsan bütün sağlığın mahvolur',demiş ona.Sonrada onu pırıl pırıl güneş ışığında yürüyüşe çıkarmış.Ölen çaylağın kardeşi onları görmüş,hemen dalışa geçmiş ve ikisinide öldürmüş.
ALINACAK DERS:Erken yatıp erken kalkan,hayatın her gününde olacaktır.Hem neşeli de ,varlıklı da, ölü de.....

ÖYKÜ:James Thurber
Çeviri:Belkıs Dişbudak

Saturday, September 30, 2006

THE BLUE ROSE

IN THIS STORY OF ONE LITTLE GIRL-AS RARE AND BEAUTIFUL,IN HER WAY,AS A BLUE ROSE-LIES A MESSAGE OF LOVE FOR US ALL

Jenny is a little girl-a lovely little girl.
She has brown eyes and dark brown hair.
If her hair fails into her eyes she brushes it away.
But her hand does not go straight to her forehead.
Instead,it curves around like a flower first opening its petals.
Then she brushes her hair out of her eyes.
You see,Jenny is different.
Different?
Yes,different from most other little girls.
But surely all people do not have to be alike,
think a like,
act alike,
or look alike.
To me,JENNY IS LIKE A BLUE ROSE
A BLUE ROSE?
Have you ever seen a blue rose?
There are white roses and pink roses and yellow roses
and of course lots of red roses
But BLUE?
Every gardener would love to raisea blue rose.
People would come from far away to see it.
It would be rare and different and beautiful.
Jenny is different too,
And so,in a way she is like a blue rose.
When Jenny came first came home from the hospital
-a pink baby,all cuddly and round-she cried often.
She cried more than most babies.
WHY?
Well perhaps
She saw different shadows that frightened her.
Perhaps she heard sounds that were strange to her.
When she was older,Jenny always stayed close to her mother
and held on her tightly.
You know when a kitten loses its tail
it is said to gain sharper ears.
It is true that a tail helps a kitten run faster.
But a kitten without a tail hear better and can detect approaching
footsteps long before other kittens do.
Some people donot know about such a kitten's fine ears,
they only see the lack of a tail.
Some children are cruel and stare and taunt;
The kitten has no tail

The kitten has no tail
Sometimes,Jenny would run up to her mother
and clutch her tightly,
for no apparent
reason at all.
At least,for none that we could see.
And so we came to understand that
Jenny's world was a little different,
unknown to us,in some ways.
We began to think that
she was ina world in which we might not feel
completely at home.
To go there might ,in a way be like going
ANOTHER PLANET.

THE BLUE ROSE(CONTINUED)


In a way it is as if Jenny is standing behind a screen
a screen we cannot see.
Maybe it has beautiful colors.
Maybe the colors distract
Jenny at times from paying attention
when we talk to her.
Or perhaps she listens to music we cannot hear.
It is said
that fish have language and a music of their own
carried by the waves.
Music we cannot hear because our ears
are not fine enough.
So Jenny might hear sounds we never hear.
Maybe that is why she jumps up at times
and goes into her awkward dance.
I sometimes think Jenny is like a bird,
a bird with very short wings.
For such a bird,flying is hard;
ıt takes more strength,more effort,more time.
A bird with normal wings takes flying for granted
but a bird with short wings
has to work much harder at learning.
In a way,it has to be smarter.
And so ,therefore,we have to understand
how much Jeny has accomplished
when she does learn something.
But there is another Jenny
A Jenny who,on a stormy winter afternoon,
sits in her little rocking chair alone
and rocks,
holding her doll in her arms.
She is very troubled and puzzled,
and she says ,slowly
Mommy,
Sally says I am retarded
What does it mean mommy?
Retarded?
The children say retared,and laugh.
Why do they laugh Mommy?
There are many things Jenny does not understand.
And there are many things other people donot
understand about Jenny;
That Jenny is like

a kitten witout a tail;
that Jenny hears a different music;
that Jenny is like a bird with
shorter wings and has to be protected.
Jenny is like a blue rose,
delicate and lovely.
And because there are so few blue roses,
we donot know much about them.
WE ONLY KNOW
THAT THEY HAVE TO BE TENDED MORE CAREFULLY

AND LOVED MORE.

Condensed from the book by Gerda Klein.


Saturday, September 16, 2006

Birth of an elephant

From a cluster of high rocks in Ceylon's Yala game sanctuary ,W.L.A Andiris ,a forest guard ,witnessed what few humans have seen-a ritualistic birth of a baby elephant.He recorded the experienceFor the Ceylon Department of Wild life:
It was obvious that the mother elephant and the eight attending midwives had previously made a careful selection of their maternity room in a clearing adjoining a small lagoon ,well hidden by deep jungle on all sides.
The mother elephant lay on her side in the clearing.The eight attendants surrounded her ,caressing her gently with their trunks.As time of birth approached ,the mother became more and more nervous ,shifting her position in the clearing by taking few steps this way and that,lying down after each movement.Seven of the attendant elephants withdrew into the jungles ,leaving one with the expectant mother.From time to time,the midwives came from the the jungle in pairs to check the mother with their trunks.
Actual birth of the baby was accomplished without any apparent strain or sound from the mother.The mother left the baby and walked about ten paces away.She trumpeted and the other elephants emerged from the jungle ,also trumpeted and caressed her.
Then,while the mother rested on the ground,all eight turned in unison to the child.One gently set it on its feet.Each of the eight in turn moved past the new born baby and blew sand on it with her trunk ,drying its fuzzy hide.Thiz continued for an half an hour.By then the calf stood quite steady.
Now the mother stood up ,trumpeted loudly,and walked swiftly to her tiny child.She lifted the calf with her trunk and took it aside away from the other elephants.Then she gently lowered herself to her knees and permitted her child to have its first meal.
This important event finished ,the mother again trumpeted ,picked up her calf in her trunk ,raised it high over her head ,and disappeared into the jungles escorted by her maternity staff.

Monday, August 21, 2006

Tanrı olan baykuş

Bir varmış bir yokmuş,bir baykuş yıldızsız bir gecede,bir meşe ağacının dalında oturuyormuş:Tam o sırada köstebekler kimseye görünmeden oradan geçmeye çalışmaktaymışlar.
'Huuu!'diye seslenmiş onlara baykuş.
'Kiiim?'diye titreşmişler.
Ödleri kopmuş.Kimsenin kendilerini bu karanlıkta görebileceğine bir türlü inanamıyorlarmış.
'Buu,buu!'demiş baykuş.
Köstebekler acale acele oradan uzaklaşmışlar ve ormandaki başka hayvanlara baykuşun tartışmasız ormanın en akıllı ve en yüce hayvanı olduğunu anlatmışlar. Karanlıkta görebildiği ve her soruya cevap verebildiği için.
Sekreter kuşu kendi kendine.'Bir bakalım ,sahiden öyle mi ?'demiş.
Yine kapkaranlık bir gecede o da baykuşu ziyarete gelmiş.
'Hangi pençemi havada tutuyorum ben?'diye sormuş baykuşa.
Baykuş,'Bunu' diye karşılık vermiş.
Bu sefer sekreter kuşu 'Bana ıslak olmayan şey yerine kullanılabilecek bir kelime söyleyebilirmisin?' diye sormuş.
'Kuruuu,' demiş baykuş.
'Peki bir aşık sevgilisine ne anlatır?'
'Onuuu!'
Sekreter kuşu bunun üzerine çabucak öteki yaratıkların aynına dönmüş ve baykuşun gerçekten ormandaki en büyük ve en akıllı hayvan olduğunu anlatmış.Karanlıkta gördüğü ve her soruya cevap vermesini bildiği için.
Kızıl bir tilki.'Gündüz de görebiliyor mu?'
Öteki hayvanlar bu saçma soruya gürültülü kahkahalarla gülmüşler,sonra kızıl tilkiyle arkadaşlarının üzerine atılıp onları bölgeden sürmüş çıkarmışlar.Bayku
şa haber gönderip ondan ormanın lideri olmasını istemişler.
Baykuş hayvanların arasına geldiği zaman vakit öğleymiş.Güneş gökte pırıl pırıl parlıyormuş.Baykuş çookk yavaş yürüyor,bu da ona gerçekten bir ululuk havası veriyormuş.Gözlerini de kocaman kocaman açıp çevresini görmeye çalıştığından
pek önemli bir hal kazanıyormuş.
Tavuk oradan ,'Tanrı o!' diye bağırmış.
Hepsi birden baykuşun peşine takılıp ,o nereye giderse izlemeye başlamışlar.
Baykuş sağa sola çarptıkça onlarda sağa sola çarpıyorlarmış.Sonunda baykuş beton bir otomobil yoluna gelmiş ve yolun tam ortasından yürümeye başlamış.
Bütün hayvanlarda onun peşi sıra yolun ortasından yürüyorlarmış.Derken ileride gözcülük yapmakta olan şahin,saatte elli mil hızla üzerine bir kamyonun gelmekte olduğunu farketmiş.Durumu sekreter kuşuna bildirmiş,sekreter kuşuda baykuşa söylemiş.
'İlerde tehlike var 'demiş.
'Yürüüüüü' diye karşılık vermiş baykuş.
Sekreter kuşu 'Korkmuyormusun?' diye sormuş.
'Yooo!' demiş bu sefer de baykuş.Çünkü kamyonu hala göremiyormuş.
'Tanrı O!' diye bağırıyorlarmış.Hayvanlardan bazıları yaralanmakla yakalarını sıyırmışlar ama içlerinden bir kısmı bu arada da baykuş ,ölmüşler.

Alınacak Ders:İnsanların gereğinden fazlası gereğinden fazla aldanabilir.

ÖYKÜ:JAMES THURBER
ÇEVİRİ:BELKIS DİŞBUDAK

Thursday, August 03, 2006

4 AGREEMENTS


They are as follows;
1.BE IMPECCABLE WITH YOUR WORD SPEAK WITH INTEGRITY.Say only what you mean.Avoid using the word to speak against your self or to gossip about others.Use the power of your word in the direction of truth and love.
2-DON'T TAKE ANYTHING PERSONALLY NOTHING OTHERS DO BECAUSE OF YOU.What others say and do is a projection of their own reality ,their own dream.When you are immune to the opinions and the actions of others you won't be the victim of needless suffering.
3-DO NOT MAKE ASSUMPTIONS.Find the courage to ask questions and to express what you really want.Communicate with others as clearly as you can to avoid misunderstandings,sadness,drama.With just this one agreement ,you can completely transform your life.
4-ALWAYS DO YOUR BEST :Your best is going to change from moment to moment;It will be different when you are healthy as opposed to sick.Under any circumstance ,simply do your best ,and you will avoid self-judgement,self-abuse and regret.
All simple ,basic truths that fall under the category of live your best life,on your own terms,be happy,take on the world that belongs to you and win it ,be happy be free do not worry about the opinion of others be accountable to your own conscience,BE HAPPY!!!




Tuesday, July 18, 2006

Saksağan Yavrusu


Saksağan yavrusu haşarıdır.Yuvada akıllı uslu oturamaz.Biraz serpilince yuvadan düşer.
Kanat telekleri gelişmemiş,kuyruk tüyleri uçuş, özellikle iniş dengesini sağlayacak kadar uzamamıştır.Yavru bunu bilip yuvada dursa iyidir de yapamaz. Ana baba saksağanlar ise yavrularının aklını başına toplamasına ve uçmasına zaman olduğunu ama onun nasıl olsa yuvadan düşeceğini bilirler.
Aslında doğada insandan başka düşmanın olmayan saksağan yavrularının yuvada kalmasını gerektirecek tek bir neden vardır mahallenin kulağı kesik kedileri!
Bu yüzden ,yavrunun yuvadan düşmesi yaklaşınca ,saksağanlar yere inip o civarda ne kadar kedi varsa başına üşüşürler.Bir yandan karık sesleri ile çığrışırken bir yandan da işi,kedileri gagalamaya kadar vardırırlar.
Ne denli kulağı kesik olsalarda ,kedilerin siniri bozulur bu tantanadan.Saldırgan saksağanlar karşısında pısarlar.Renk ayırt edemezler ama kendilerine yaşamı zehir eden saksağanın ,grinin tonları olarak gördükleri ,siyah beyaz renklerini unutmazlar.
Ve yuvadan düşen yavru saksağan uçacak hale gelinceye kadar ,kedilerin endişeli bakışları arasında ,'Buraların efendisi benim!' dercesine dolanır.
Bugünlerde kedilere musallat olan saksağan görürseniz ,bilin ki yuvadan düşecektir.Saksağanlar önlem alıyor.

Wednesday, July 05, 2006

Yalancı Aşçı ve Turna Kuşu


Bir zamanlar,Floransa'da zengin bir soylunun yalancı bir aşçısı varmış.Bir akşam efendisinin verdiği davet için şişe geçirdiği turna kuşunu pişirirken ,köylü kadınlardan biri onu görmek için uğramış.
'Bu kızartma ne kadar güzel kokuyor!Tadına bakabilirmiyim?' diye sormuş.
Kadına hoş görünmek isteyen aşçı,turna kuşunun bir budunu ona armağan etmiş.Kızartma sofraya götürüldüğünde ,ev sahibi hemen bir parçasının eksik olduğunu fark etmiş ve aşçıyı çağırtmış.
'Turna kuşunun öteki butuna ne oldu ?'diye sormuş.
Aşçı kendinden emin ,'Turna kuşlarının tek butu olduğunu herkes bilir!' demiş
Adam,'Sen benim hayatımda ilk kez turna kuşu mu gördüğümü sanıyorsun ?'diye kızmış.
'Ama bu doğru !' diye ısrar etmiş aşçı ve ,'Bana canlı turna kuşları bulabilirseniz bunu size kanıtlarım!' demiş.
'Yarın sabah benimle köye gel ,turna kuşlarının kaç butu olurmuş göreceğiz!'diye yanıtlamış canı sıkılan soylu.
Ertesi gün ,aşçı efendisine bir turna kuşu sürüsü göstermiş.Hepsi çayıra dağılmış ,tek bacakları üstünde duruyorlarmış.
'İşte efendim ! Gördüğünüz gibi,turna kuşlarının yalnız bir tek butu var !'demiş aşçı.
Adam ellerini çırpmış ve kuşlar havalanmış.Böylece uzun bacaklarının ikiside görünmüş.
'Şimdi ben de iki bacaklı olduklarını gördüm !'demiş palavracı aşçı kurnazca.'Ama dün sofrada ,siz ellerinizi çırpmamıştınız ,efendim !'diye eklemiş.

MASAL:GIOVANNI BOCCACCIO
Marsık Yayıncılık Evvel Zaman İçinde adlı masal kitabından

DAĞARCIK:Giovanni Boccaccio çocukların yakından tanıdığı bir masal yazarı değil.O,yetişkinler için yazmış ,yaşadığı dönemde yazı dili latince olmasına karşın ,ünlü eseri DECAMERON'U italyanca ,hem halkın o günkü konuştuğu italyanca ile yazmış,İtalyan dilinin ilk düz yazı yazardır.Decameron yazarın önsözünde de belirttiği gibi işleri nedeniyle evden uzaklaşan ve yaşamlarını eşlerini bekleyerek geçiren kadınların öyküsüdür.Yazarın çocuklar için yazmadığı ,ama bazı derlemecilerin masal kitapları içinde yer verdikleri kısa öyküleri vardır.Bunlara masal demek bence de daha doğru.

Friday, June 16, 2006

Chocolate may boost brain power:)))



Chocolate lovers rejoice.A new study hints that eating milk chocolate may boost brain function.
Chocolate contains many substances that act as stimulants,such as theobromine,phenethylamine,and caffein,Dr Bryan Raudenbush from Wheeling Jesuit University in West Virginia noted in comments to Reuters Health.
These substances by themselves have previously been found to increase alertness and attention and what we have found is that by consuming chocolate you can get stimulating effects,which then lead to increased mental performance.

To study effects of various chocolate types on brain power,Raudenbush and colleagues had a group of volunteers consume on four seperate occasions,85 grams of milk chocolate,85 grams of dark chocolate,85 grams of carob,and nothing(the control condition)
After a 15 minute digestive period participants completed a variety of computer based neuropsychological tests designed to assess cognitive performance including memory,attention,reaction time and problem solving.
Composite scores for verbal and visual memory were significantly higher for milk chocolate than the other conditions.Raudenbush told Reuters Health.And consumption of milk and dark chocolate was associated with improved impulse control and reaction time.
Previous research has shown that some nutrients in food aid in glucose release and increased blood flow ,which may augment cognitive performance.The current findings,said Raudenbush,provide support for nutrient release via chocolate consumption to enhance cognitive performance.

P.S: Chocolate football is the real kick doesn't it?Suits the spirit of the World Cup allright!!!

Sunday, June 04, 2006

Beden dili sözlerden etkili

Akdeniz Üniversitesi Mediko Sosyal Psikolojik Danışma ve rehberlik sorumlusu Klinik Psikolog Elif Yazar ,insanın beden dilinin kendisini ele verdiğini söylemiş.
Yazar,karşımızdaki kişinin gözlerine bakarak konuşma samimiyetin ilerlemesine yardımcı olur diyor.
Beden dilinin 10 kuralı şöyle:
1-Gözlerini kaçırarak konuşmak,güven eksikliği yada karşıdaki kişinin üstünlüğünü kabul etme olarak yorumlanır.
2-Birini direkt karşınıza alarak konuşmak ,ona önem verdiğinizi gösterir.
3-Dik durmak güvenli bir insan olduğunuz izlenimi verir.
4-Eli yumruk haline getirerek konuşmak güç gösterisidir,bazende kararlılık olarak yorumlanır.
5-Kelime eksikliğini tamamlamak amacıyla kullanılan el kol hareketleri ifade güçsüzlüğüdür.
6-Elin ve parmakların sürekli olarak saçlara burna dokunması endişe ve yalan belirtisidir.
7-Yalan söyleyen insanların el sallama,burun ve ağzı kapatma gibi hareketleri artar.Oturdukları yerde sürekli kıpırdanırlar.
8-Acelesi olan veya öenemli bir haber bekleyen kişilerin ayak hareketleri artar.
9-Otururken ellerini göğsüne birleştirme kişinin o anda savunmaya geçtiğini gösterir.
10-Kızlar hoşlandığı erkeğin yanında saçlarıyla oynar bacak bacak üstüne atar.

Saturday, May 27, 2006

Bir elmas madeni !!!!A diamond mine!!!!





Bir elmas madeni;525 metre derinlik,1200 metre çap;Çukurun üzerinde veya yakınında helikopter yada uçak uçması yasak hava boşluğu yaratıyormuş.Üst resimdeki ok standart 16 tekerlekli kamyonu gösteriyor,eğer görebilirseniz hayli ürkünç değilmi?

YER:Güney Afrika Cumhuriyeti

A diamond mine,525 meters in depth,1200 metres in diametres,As creating a dangerous air vacuuming ;no airplanes or helicopters are allowed to fly at the top or near the hole.The arrow at the top picture points a standart 16 wheel truck if you can see;Very scary !!!

LOCATION:The Republic of South Africa.

Friday, May 19, 2006

Renklerin Gizemi


Taksiler neden sarı da ,fast food restoranların duvarları çoğunlukla kahve rengidir?Peki bürokratlar neden lacivert renkleri tercih ederlerde ,marka mağazaların tezgahtarları pembe giyinir?
Ege Üniversitesi Antropoloji bölümünde doktora yapan Zülfikar Doğan hazırladığı uluslararası bildiride renkleri ve şirketlerin bunu nasıl kullandığını anlatmış.Çeşitli yerli ve yabancı araştırmalardan derlenen çalışmaya göre renkler ve şirketlerin renk politikaları şöyle:
KAHVERENGİ
Gerçekçiliğin,plan ve sistemin rengidir.İnsanlar üzerinde canlılık ,hareketlilik etkisi bırakır.Dünyadaki fast-food restoranlarının hepsinin sandalyeleri ve masaları kahverengidir.
KIRMIZI
Mutluluğu temsil eder ve kişinin iştahını açar.Canlandırıcı,kışkırtıcı ve heyecan veren bir etki yaratır.Dünyadaki ünlü gıda firmalarının hepsinin logolarının kırmızı olduğunu hayretle farkedeceksiniz.
YEŞİL
Doğanın ve baharın rengidir,insanların yaratıcılığını körükler.Ayrıca huzuru ve üretkenliği temsil eder,güven verir.O yüzden bankaların logolarında en çok tercih ettikleri renktir.
SİYAH
Gücü ve tutkuyu temsil eder.Hırsında bir ifadesidir.En fazla konsantrasyonu sağlayan renktir.
MAVİ
Huzuru temsil eder ve sakinleştirir.Kişinin gerginliğini azaltır.Batıda bu etkisi yüzünden intaharları azaltmak için köprü korkuluklarını maviye boyarlar.
LACİVERT
Sonsuzluğu,otoriteyi ve verimliliği çağrıştırır.Uluslararası toplantılarda tüm devlet başkanları lacivert takım elbise giyerler.
MOR
Eskiden beri ihtişam ve lüksün son basamağı olarak düşünülür.Tarih yüksek sınıfların ,saray mensuplarının daima mor ile bezendiklerini kaydeder.
PEMBE
Uyum,neşe,şirinliğin, sevginin ve şefkatin simgesi.İnsanları rahat hissettiren ve dinlendiren renk.Pembe giyenlere ödeme yaparken kendimizi daha rahat hissettiğimiz tespit edilmiş.
SARI
Özellikle açık sarı kişiye huzur verir.Sarı ayrıca hüznün ve özlemin rengidir.Sarı geçiciliğin ve dikkat çekiciliğin ifadesidir.Bu nedenle tüm dünyada taksiler sarıdır.
BEYAZ
Beyaz renk istikrarın devamlılığın,temizliğin simgesidir.Bu yüzden fazla şaibeli olanların beyaz ağırlıklı kıyafetleri seçmesinde yarar var!

Saturday, May 13, 2006

İstikrarlı insanoğlu


YIL NÜFUS
1950.........2.555.078.074
1955.........2.779.669.781
1960.........3.039.332.401
1965.........3.345.837.853
1970.........3.707.610.112
1975.........4.088.224.047
1980.........4.454.705.217
1985.........4.854.602.890
1990.........5.283.755.345
1995.........5.690.865.776
2000.........6.080.141.683
2005.........6.460.553.564
2010.........6.823.634.553
2015.........7.175.675.066
2020.........7.518.010.600
2025.........7.840.660.355
2030.........8.140.344.240
2035.........8.416.742.278
2040.........8.668.391.454
2045.........8.897.073.495
2050.........9.104.205.830

1950den günümüze kadar olan verilere dayanarak bir hesap yapılmış ve 2050 deki dünya nüfusu tahmin edilmiş....
1986dan sonra artış yüzdesinin istikrarlı olarak düştüğü göz önüne alındığı halde 2050de dünya nüfusunun 9 milyar kişi olacağı hesaplanmış....
Tabii bu rakamlar büyük bir felaket,büyük savaş olmadığı durumlarda geçerli...
Savaşlar sırasında büyük kayıplar yaşanıyor fakat sonrasındaki 10-15 yıl boyunca artış yüzdesi tuhaf ve dengesiz bir şeklide büyüyor.....
Savaş olmadığı durumlarda ise ya büyük felaketler yada büyük kayıpların yaşandığı bulaşıcı hastalıklar boy gösteriyor...
Nüfus yüzdesi düşüyor ve sonra kısa süreli olarak yükseliyor....
En azından bugüne dek böyle olmuş...
2050 deki 9 milyardan biri olmamayı dileyen var mı?
Aklıma MATRİX te Agent Smithin ,Morpheusa fısıldadığı sözler geldi;
Seninle burada geçirdiğim süre içinde öğrendiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum.Türlerinizi sınıflandırma fikrine kapıldığım bir günümde aslında sizin bir memeli olmadığınızı anlayıverdim.
Bu gezegendeki her memeli içgüdüsel olarak çevrelerindeki ortamla doğal denge oluştururlar.Ama siz insanlar bunu yapmıyorsunuz.Siz belirli bir alana yerleşip çoğalıyorsunuz,sonunda bütün kaynaklar yok olana kadar buna devam ediyorsunuz.
Hayatta kalmak için yapabileceğiniz tek şey olarak da başka bir alana yayılmak kalıyor.Bu gezegende aynı yöntemi kullanan başka bir organizma daha var.
Ne olduğunu biliyormusun?VİRÜS!!!!....

Saturday, May 06, 2006

Yeni Blogçuğum :))))))

Küçük kız ve kurt


Bir gün öğleden sonra koskocaman bir kurt ,karanlık bir ormanda pusu kurmuş,büyükannesine sepetle yiyecek götürecek olan küçük kızı beklemeye başlamış.Sonunda küçük kız karşıdan görünmüş.Elinde de gerçekten bir sepet dolusu yiyecek varmış.
O sepeti büyükannene mi götürüyorsun? diye sormuş kurt.
Kız da evet diye cevap vermiş.
Kurtta bunun üzerine büyükannenin nerede oturduğunu sormuş,kız tarif etmiş,kurtta dönüp uzaklaşmış.
Küçük kız kapıyı açıp büyükannesinin evine girince ,yatakta gecelikli ve boneli birisinin yatmakta olduğunu görmüş.Ama yatağa uzaklığı sekiz metre kalınca ,bunun büyükannesi olmayıp kurt olduğunu anlamış.Çünkü Metro Goldwyn Mayer'in aslanı ,bizim cumhurbaşkanına ne kadar benzerse,bir kurtta bir büyük anneye ancak o kadar benzeyebilir.Gecelik giyse bile.Bunun üzerine küçük kız sepetinden bir Colt otomatik çıkarmış ve kurdu hemen vurup öldürmüş.
Alınacak ders:Küçük kızları kandırmak artık o kadar kolay değil.

ÖYKÜ : JAMES THURBER
ÇEVİREN:BELKIS DİŞBUDAK


LITTLE RED RIDING HOOD(KIRMIZI ŞAPKALI KIZ) BY MADAME ALEXANDER

Friday, April 28, 2006

Aylaklığa övgü:)


Bertrand Russell Aylaklığa övgü adlı kitabına ilginç bir fıkrayla başlar.
Tembel tembel oturan üç dilenciye adamın bir seslenir: Hey içinizden en tembel olan kimse yanıma gelsin ona para vereceğim.Dilenciler birbiriyle yarışırcasına adamın yanına gelirler.Dilencilerden bir tanesi konuşanın yüzüne bakmadığı gibi yerinden bile kalkmaz.Adamda gider, En tembel senmişsin der ve parayı ona verir.
Bu bilgiyi size vermek zorundayım.Çünkü konumuz Post-it.Çocukların deyimiyle sarı it postu, yapışkanlı bellek kağıdı yada belleğimizi teslim ettiğimiz kağıt parçacıkları.
Eskiden iş yerlerindeki masalarda,küçük kare tahtaların üzerine tersine çakılmış uzun çiviler olur ve sivri uçları hep yukarı doğru dururmuş.Amaç o gün içerisinde takoz kağıtlara alınan notları bu çivilere takmakmış.Takoz kağıtlar kare biçiminde kesilmiş kağıt tomarlarıymış ya bir tahta kutuda ,ya da bir kağıt kutu içerisinde sıralarını beklerlermiş. Genellikle atık kağıtlardan yapılan bu yapışkansız notluklar ,cinsleri ve renkleriyle bir kağıt kartonu gibiymişler.Her zaman masanızın üzerinde hazır,yazacağınız notları beklermişler.Örneğin telefon numaraları,adresler ,isimler gibi.Sonrada uçup gitmesinler diye ,işte o hep çivili tahtaya takılırlarmış.Sanırım bu buluş insanların yaşamında oldukça uzun bir süre varlığını sürdürmüş. Hem de basit biçimiyle çeşitlenerek, desenlilerden ,sakarları korumak için kafası şapkalı çivilere kadar.Hepsinde amaç tekmiş;Bellekte taşınamayan,unutulan küçük bilgileri bir yerlere not etmek daha sonra da fihristlere yada kendileri ile uygun defterlere ,dosyalara onları aktarmak.Ama hiç te öyle olmaz; Notlar bir yerde birikir,unutulur,zaman aşımına uğrar ,eskir atılır.Bazen üstüne yenileri gelir.Kişinin hiç bir zaman sistemli bir biçimde çalışmasına katkısı olmaz,genelliklede kaybolur bu notlar.
Derken bir gün üreticiler suçu yapışkansız kağıtlarda bulmuş.İşte tam o anda,yani 1970 yılında ,3M şirketi hızır gibi yetişmiş belleğin yardımına ve post-it i yaratmış.Kısaca post-it'in şöyle bir öyküsü var:Sözüm ona Arthur Fry ,Minnesota Mining and Manufactoring yani 3M şirketinin bir çalışanı ,Silver Spencerda yine aynı şirkette aynı alanda çalışan başka bir eleman.Arthur ayrıca işinin dışında bir müzik korosunda da görevli.İşte bu koroda prova sırasında sayfaları çevirirken oldukça güçlük çekiyor.Arkadaşı Silver Spencerin buluşu ,onun yardımına yetişiyor ve bu yapışkanlı kağıtların doğmasına neden oluyor.İlk üretildiğinde pek ilgi görmeyen bu kağıtlar daha sonra bir haberleşme aracı ve ek bellek işlevi yüklenerek insanların yaşamına giriyor.Adı da göstermek ilan etmek belli etmek anlamına gelen ingilizce post sözcüğünden geliyor.
Post-it öylesine giriyor ki insanların yaşamına,insanlar o günden sonra belleklerini bir not defteri gibi kullanmaktan vazgeçip evde mutfakta işyerinde banyo aynalarına post- itler yapıştırarak bir dış bellek yaratıyorlar.Yanından geçenin rüzgarından uçan giden bir dış bellek ;öyle ki ,ya kendi kendilerine bulundukları yerden düşüp çöpe karışıyorlar yada toplu halde imha oluyorlar.Çok az kişi bunları bir akşam sonunda gereken yerlerine taşıyıp bilgilerini güncelleştiriyor.Çünkü bu da farklı bir çaba disiplin gerektiriyor.Ama burada en büyük mutluluk belleklerin oluyor.Kağıtların işlevsizliği onları ilgilendirmiyor ve onlar gereksiz pek çok bilgiyi taşımayarak kapasitelerini atıl bırakıyorlar.
Birde hand writing capture paper to pc denilen sanal post-it aleti var.Asıl adı pc notes taker olan bu alet bir elektronik kalem ve üzerinde yine kare kağıtlar bulunan küçük tabladan oluşan bir post-it.Bir kabloyla bilgisayarınıza bağlanıyor.Elektronik kalemi ile notlar yazıyorsunuz.O ,bunları otomatik bir işletimle anında bilgisayarınıza açılmış not kutusuna aktarıyor.Kağıda isterseniz resim yapın, ister yazı yazın,isterseniz gelişi güzel çiziktirin,hepsini tek tek kutulara koyup ekranınıza getiriyor.Sizde dilediğiniz zaman aralarında geziniyor içlerinden istediğinizi bırakıyor,istemediğinizi bir dokunuşta silip atıyorsunuz.
Ama ne varki ister eski yöntemle olsun ister yeni yöntemle yine de beynimiz belleğimizin gereksiz bilgilerle dolmasını ve onu bir not defteri gibi kullanmamızı istemiyor. Ne yazık ki ezberci eğitimle yetişmiş bizler işte bu yüzden ek bellek dediğimiz bu post-it yöntemini hiç bir ortamda beceremiyoruz.Onun kendini sanal ortama taşıması bile bizi değiştirmiyor.
Beni sorarsanız post-itler benim hayatıma bir düzensizlik getirdi.Ya onları kaybettim,ya da aldığım notu neden ve kimden aldığımı unuttum.Bu yüzden ben kendimin bellek hamallığı yolunu seçtim.